Başını Eğmeyen, Efsane Bir Kadın; Suat Derviş..ve Fosforlu Cevriye..

Başını Eğmeyen, Efsane Bir Kadın; Suat Derviş..ve Fosforlu Cevriye..

Suat Derviş, 1902-1972, 70 yıllık bir ömür.. Gazeteci ve yazar, romancı..

Nicelik olarak 70 yıl ama nitelik olarak kaç “hayat” eder, varın siz düşünün..araştırın..

Makaleler, çeviriler, eleştiri yazılarından başka; otuzdan fazla roman, onlarca öykü ile Türk Edebiyatının en üretken yazarlarının başlarında gelir.

Üretkenlik hem kalite olarak hem de sayısal olarak geçerlidir.

En bilinen eseri Fosforlu Cevriye’dir. Toplumcu gerçekçidir.

Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazetecidir.
İlk basın sendikasının başkanıdır.
Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurucusudur.
Demokrasi, kadın hakları konusunda mücadeleler vermiş gerçek bir yurtseverdir.

“Yeni Edebiyat Dergisi” ni Reşat Fuat Baraner ile birlikte çıkarmışlardır.

Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim 1940-15 Kasım 1941 arasında yirmi altı sayı yayımladı. Derviş, dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin tanınmasına yardımcı oldu. Toplumcu gerçekçi eleştiri yazıları yazıp yayımlamıştır.

Fosforlu Cevriye Romanı 1944’te yayımlanmıştır.

Bu konuda Suat Derviş şunları söylemiştir;

“Türkiye’de gerçekçi edebiyatın doğması ve gelişmesi için yaptığım hizmeti, hem de bu mecmua içindeki imzalı fıkralarım felsefi ve Türk romanları hakkında görüşlerimi yazdığım imzalı makalelerim de edebiyat anlayışımı aksettirir.”

1940’lara doğru yaşamında muazzam sayılabilecek dönüşümler olmuştur.

İlk yıllarında romanlarına konu edilenler daha çok orta-üst sınıfa mensup insanların yaşamlarıdır.

Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezinin ardından daha çok emekçilerin, ezilenlerin hayatına eğilen toplumcu gerçekçi yapıtlar yazmaya başlayacaktır. Fosforlu Cevriye, Suat Derviş’in, Gece Postası’ nda 1944 yılında tefrika edilen romanıdır.

Fosforlu Cevriye romanı 1940’lardaki kapitalistleşmenin kadınlara yansımasına dairdir.

1940’lı yıllarda kapitalistleşmeye devam eden Türkiye’deki toplumsal değişim ve dönüşümün insanların, özellikle de kadınların üzerinde bıraktığı derin izleri bu roman üzerinden okumak olanaklıdır.

Tarihsel dönemler açısından kadın sorununa getirdiği gerçekçi yaklaşım ve ortaya attığı çözüm önerileri onun dönemi içerisinde biricik olmasının nedenlerinden de bir tanesidir.

İstanbul ve arka sokaklar.. Fosforlu Cevriye buraları anlatır.

Toplumcu gerçekçi bir yaklaşım ile romanı yazar.

Osmanlı’nın son dönemleri, Cumhuriyet’in ilk yılları ve çok partili hayata geçiş sürecine bir gazeteci olarak tanıklık etmiştir Suat Derviş..

Ülke insanlarındaki değişim ve dönüşümü gözlemlemedeki yeteneği de buradan gelmektedir.

Soğuk kış gecelerinde kapkara saçlarının üzerine düşen nemden dolayı aynasızlara yakalanan Cevriye kendisine takılan Fosforlu lakabı sayesinde bir yıldızdan kopup yere indiğine inanmaktadır.

Hayatta hissettiği tek aidiyet duygusu gökteki bu yıldıza karşı olmuştur. Bir başkasına besleyeceği aşk veya sevgi ona var olduğunu hatırlatacaktır. Cevriye ve bu adam arasında zamanla gelişen ilişki onun kimi zaman iç dünyasında doğru bildiği her şey ile kavga etmesine sebep olacaktır.

Âşık olduğu adamın kaldığı gizli yere her gittiğinde onunla az da olsa diyalog geliştirir. Adam bedenine değil, yüzüne-kafasına bakar.

Adını bile bilmediği bu adamla kurduğu diyalog Cevriye’ye içinde şimdiye kadar bastırmış olduğu, gizlediği bütün insani duyguların da kapısını aralar.

O’nun sayesinde Cevriye toplumun kendisine yapıştırmış olduğu bütün etiketleri bu evin içerisindeyken kapının dışında bırakabilme imkânını elde eder.

Çünkü Cevriye ilk defa bu evde “insan” gibi bir muamele ile karşılaşır. Bugüne kadar karşısına çıkan hiçbir erkek neredeyse menfaatsiz iyilikte bulunmamıştır. Bu nedenle adamın kendisine karşı yaklaşımını, alışık olmadığı bu dostane tavırları başlarda yadırgar.

Kapitalist düzende servet birikimiyle oluşan eşitsizlik, insanlar arasındaki sevgiyi de çürütür. Cevriye’nin biri onun yanında diğeri de onun yanında bulunmadığı sıralarda iki değişik hayatı vardır. Bu iki çelişkili hayat, iki karakter birbiri ile hiç de iç içe değildir. Yalnız tek bir ortak paydaları vardır: Samimi olmak! Cevriye hem bu evin içinde hem de bu kapıdan adımını dışarıya attığı anda aynı derecede samimi olmayı başarır.

Çünkü o mülkiyet ilişkisi nedir bilmemektedir. Onun para ile olan ilişkisi yarına çıkabilmesini sağlayacak kadar yeterli olması ile sınırlıdır. Bu iki Cevriye, kimliğini değiştirmek için kendini zorlayarak değil gönlünden geçtiği gibi hareket edecektir. Hatta romanda Cevriye’nin sonu bir kayıktan denize düşerek kaybolmak dahi olsa, inandıkları ve aşkı uğruna ölüme giderken gözünü bir an kırpmayacaktır.

Suat Derviş romanlarındaki karakterlerinin değişimlerini kurdukları toplumsal ilişkilerin onların iç dünyalarında yaratacağı kırılmaların yansımaları olarak ortaya çıkarır.

Bu yaklaşım da onun neden toplumcu gerçekçi edebiyat dünyasına dahil edilmesi gerektiği sorusunun bir cevabıdır. Yazarın romandaki karakterlerinin çevreleriyle kurdukları ilişkiler sayesinde dönüşebileceğine dair duyduğu bu inanç, bulunduğu ideolojik/politik pozisyonun da bir çıktısıdır.

Suat Derviş, Cevriye ile birlikte olmak arzusu taşıyan zengin ve evli erkekler üzerinden de kapitalist sistemin ikili ahlak anlayışını, evlilikteki karı-koca ilişkisini ve aile kurumunu okura irdeletir.

“Burjuvazi aile ilişkisinin dokunaklı/duygusal maskesini sıyırıp atmış onu salt yeniden bir para ilişkisine çevirmiştir.”

Bir gazeteci ve sınıfının aydını olarak halkına her zaman kulak vermiştir.

Ezilenlerin, emekçilerin, Cevriye gibi hayatta kalmak için bedenini satmak zorunda kalmış kadınların hikâyelerini her zaman görünür kılmaya çalışmıştır.

Memleketin dertlerini sırtlanmayı, çıkış göstermeyi kendisine vazife bilmiştir. Abdülhak Şinasi’nin Fahim Bey ve Biz adlı yapıtını inceleyen yazısında düşüncelerini şöyle belirtmektedir:

“Sosyal hayatın birçok karışık dava ve meseleleri kucakladığı, insanların zihnini birçok cemiyet meselelerinin kurcaladığı böyle bir zamanda, böyle bir esere sarf edilen emek, kitabın basılması için harcanan kâğıda yazık!”

Çünkü ona göre edebiyat eseri okuyucu kitabı eline aldığı anda bir ayna vazifesi taşımalıdır.

Yazılan roman ya da hikâyede kendisini, çevresini, toplumunu görebilmeli, toplumda gelişen olayların yansımasını bulabilmelidir.

Toplumsal devinimler tek yönlü olmaz.
Karanlığın içinde aydınlık da vardır.
Çirkinin içinden güzel, kötünün yanından iyi, yanlışın çekirdeğinden doğru boy atar, filizlenir ve zamanı gelince de egemen olur.

Cevriye ve Suat Derviş gibi kadınlar güzel olanın peşindedirler. Örgütlüdürler. Mücadele güçleri yüksektir.

Işıklarını çoğaltırlar, Fosforlu Cevriye’ler aydın olarak, roman olarak hep yaşayacaklardır.

YORUM EKLE