İlk Su mu Yaratıldı…Hayır. Hz. Muhammed (a.s.m)’in nuru.

Ayet arştan önce suyun yaratıldığına delil ama ilk yaratılanın ne olduğuna delil değil…bu boşluğu hadis dolduruyor…işte  o ayet:“Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi.” (Hud/7) 

İlk su mu yaratıldı…Hayır.

Hz Cabir anlatıyor….

“Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:

“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.” (bk. Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 1/265-266)

Alimlerin bir kısmı ,önce Hz. Muhammed (a.s.m)’in nuru, sonra su, sonra arş, sonra da kalemin yaratıldığını söylemişlerdir. (bk. Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 1/265-266)

Vahiy mi Akıl mı üstün vahiy üstün de…Hadisleri inkarı bırak hadislere muhtacız değilse felsefeya tutunmaya mahkum oluruz…

Felsefede  konumuzla ilgili SUDUR teorisi var…

Sudûr kelimesi felsefe terimi olarak kâinatın meydana gelişini yorumlamak üzere tasarlanan, yoktan ve hiçten yaratma (halk) inancından farklı olduğu ileri sürülen teoriyi ifade eder.

Sudur teorisine göre…Allah zorunlu varlıktır…İlk olan (Allah) kendi zâtını düşünür ve bilir bütünüyle varlığı ve varlıktaki muhteşem düzeni bilir

Sudur teorisine göre…On akıl. Mutlak birin özünde hiçbir şekilde çokluk bulunmadığı, salt ve yalın olduğu için O’nun fiili de bir ve tek olmalıdır. Bu sebeple Plotin’in, “Birden ancak bir çıkar” önermesi uyarınca bir olan Allah’ın kendi zâtını düşünmesi ve bilmesi sonucunda O’ndan mânevî bir cevher olan ilk akıl çıkmıştır. Çünkü Allah bilfiil akıl, akleden ve akledilen olduğundan aklın fiili de akıl olacaktır. İlk akıl sayı bakımından bir olmakla beraber iki farklı niteliğe sahiptir; o Allah’a nisbetle zorunlu, kendi özü itibariyle mümkün bir varlıktır ve bu sebeple çokluk karakteri taşımaktadır. Akıl olması ve Allah’tan aldığı feyizle dolması hasebiyle bu akıl zorunlu olarak düşünür; fakat hem kendisinden taşıp çıktığı ilki yani Allah’ı hem de kendisinin mümkün ve sonradan olduğunu düşünmek zorundadır. Düşüncedeki bu farklılık sebebiyle de çoğalma başlamaktadır. Şöyle ki, ilk aklın Allah’ı düşünmesinden ikinci akıl, kendisinin mümkün varlık oluşunu düşünmesinden birinci göğün (atlas feleği) nefsi ve maddesi meydana gelmiştir. Ancak ilk akıldaki bu çoğalma yetisi mutlak birden değil onun kendi özünden kaynaklanmakta, böylece Allah’ın birliğine herhangi bir noksanlık gelmemektedir. Bu konuda İbn Sînâ ilk aklın Allah’a nisbetle zorunlu, özü itibariyle mümkün olduğu ayırımını yapmıştır. Buna göre ilk aklın Allah’ı düşünmesinden ikinci akıl, Allah’a nisbetle zorunlu olduğunu düşünmesinden birinci göğün (felek) nefsi, kendisinin mümkün varlık oluşunu düşünmesinden birinci göğün maddesi meydana gelmiştir. Plotin, ilk aklın Allah’tan taşıp çıkmasıyla O’nun birliğine halel gelmediğini ve zâtında bir eksilme olmadığını güneşten ışınların çıkıp zayıflamasının güneşte bir değişime ve eksilmeye yol açmadığı örneğiyle izah eder (Tâsûʿât, s. 430). İkinci akıl da ilk akla göre zorunlu, özü bakımından mümkün olduğundan Allah’ı düşünmesiyle üçüncü akıl, mümkün olduğunu düşünmesiyle sabit yıldızlar küresinin nefsi ve maddesi meydana gelir. Böylece her akıl kendinden sonra bir başka aklı ve nefsiyle birlikte bir gök küresini oluşturur. Bu sistemde nefsin işlevi gök kürelerini dairesel hareket ettirmektir. Böylece sudûr olgusu güneş sistemindeki gezegenlerin sayısınca devam ederek ay küresinin aklı olan faal akılda son bulur. Faal akıl ay altı âlemdeki her çeşit fizikî, kimyevî, biyolojik ve fizyolojik oluş ve bozuluşun ilkesi sayıldığından ona “vâhibü’s-suver” (dünyadaki her varlık türüne belli bir şekil ve sûret veren) denilmektedir. Sudûr hiyerarşisinde bir önceki akıl bir sonrakinden Allah’a yakınlığı ve aldığı feyiz itibariyle daha üstün sayılmaktadır. Faal akıl Allah’a en uzak, dünyaya en yakın akıldır. Fârâbî, Allah ile maddî kâinat arasında aracılık işlevi gören akılların sonuncusu olan faal aklın vahiy getiren melek Cebrâil’e tekabül ettiğini iddia etmekteyse de İslâm dininde Cebrâil’e vahyi tebliğ dışında dünyayı yönetme gibi bir görev verilmiş değildir.

Sudur teorisine göre…Madde (heyûlâ). “Potansiyel bir güç ve bir imkân” anlamına gelir, aynı zamanda bütün maddî varlıkların ilkesi sayılan heyûlâ yetkinlikten en uzak varlık olup bu teoride iniş yayının sonu, çıkış ve yükseliş yayının başlangıcı kabul edilmektedir. Heyûlânın oluşumunu sağlayan faal akılla gök kürelerinin dairesel dönüşüdür. Heyûlâ madde olması itibariyle birdir, fakat cins ve türleri farklı kılan, yani eşyaya şekil veren faal aklın etkisidir. Böylece heyûlâ şekil ve sûret kazanarak önce su, toprak, ateş ve havadan ibaret dört unsur meydana gelir; bunlar da belli oranda birleşerek cisimler dünyasını oluşturur. Çıkış ve yükseliş yayına ilişkin sıra düzeninde önce cansız, sonra canlı cisimler, ardından bitki ve hayvanlar âlemi, en sonunda düşünen canlı olarak insan ortaya çıkmaktadır.

Sudur teorisini bilim tasdikliyor mu…Hayır…Halkedildi evren der bilim …Bilim ne der mi …evren bir patlama ile var oldu ezeli değil …sudur değil…yaratma var…Kur’ana göre de  işte  o ayet:“Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi.” (Hud/7)

Aslında sudur yaratmadan çok da farklı değil…esmanın etkilerinin sonucudur evren…Farabı sudur teorisini benimsedi.ve suçlandı Fârâbî’nin filozofu peygamberden üstün gördüğü ileri sürüldü ama peygamber üstündür akıldan da vahiy üstündür…Allah Vehhabdır aczimizi biliyor ve vahiyle aklımıza ışık tutuyor…

Evet alimlerin bir kısmının dediklerini aklımız ışık kılalım…önce Hz. Muhammed (a.s.m)’in nuru, sonra su, sonra arş, sonra da kalemin yaratıldığını söyle…

YORUM EKLE