“Kurtuluş Yolu”nda Ne Zaman Yürüyeceğiz?..

Dostlar;

Ankara’da, nerede kalıyoruz?

Tabii ki, evde. Dikmen’de..

Evdeyiz de, aklımız elbette halkımızda, salgında, vatandaşın geçiminde, okuluna gidemeyen öğrencimizde, işini kaybeden, geliri azalan, hastanelerde yatan, acılar çeken insanlarımızda..

Bu zor günleri daha üretken kılmak için bir de kitaplarda, romanlarda, bilim ve sanatta..

Gelişim psikologları diyor ki; “on yıl sonrasını düşleyin, çocuklarınız, torunlarınız ya da öbür sevdiklerinizle berabersiniz, onlara bu korona günlerindeki öykülerinizi-anılarınızı anlatıyorsunuz, yazıp çizdiklerinizi okuyorsunuz, yani bugünlerde kayıt altına aldığınız izlenimleri, yazdığınız günceleri çevrenizle paylaşıyorsunuz…”

Bu düş değil bir gelecek umudu, bir güçlenme duygusu..

Biz de hem on yıl ileriye, yirmi otuz yıl öteye gideriz, hem de yüzyıl geriye 1919-ların yirmilerin Anadolu’suna, tarihe, romanlara, milli mücadele günlerine dönüp, o “ateşten günleri” anlatan romanlara göz atabiliriz yeniden..

Yaban’a, Yorgun Savaşçı’ya, Ateşten Gömlek’e..

Bugün 25 Ekim, 2020.

Yine ülkemizde iki bini aşkın korona vakası, 70 ölüm, dünyada da hemen her ülkede vakalar, ölümler yaygın sürmekte.

Dikmen’in yükseklerinde, mavi-beyaz gök altında sarı-turuncu-yeşil bir sonbahar sabahının doyumsuz güzelliğindeyiz..

Hava, doğa, bağ bahçe güzel de, bir de toplum, insanlarımız mutlu ve sağlıklı olabilse..
Herkesin işi-aşı, sağlığı, huzuru, umudu, geleceği yerinde olsa..

Dedim ki, iki bol köpüklü Türk kahvesiyle çalışma odamıza giren hanıma;

” Canımın içi, biz Siyasal’da(Mülkiye) öğrenciyken, böyle kahvaltılarda, akşam yemeklerimizde “ne olacak bu memleketin hali” diye tartışırdık, kırk-elli yıl geçti yine memleketin durumu ortada, üstelik bir de korona geldi…”

Hanım kahvesinden bir yudum çekerek;

“Canımın içi şimdi kantinlerde değil, artık bu tartışmayı evlerde yapmalıyız..” dedi gülümseyerek..

Ben de şu raflarda duran Yaban, Ateşten Gömlek, Yorgun Savaşçı gibi romanları alıp, dedim ki;

“Memleketi kurtarmak” isteyen aydın-bürokratlar, kurtuluş yolunu, “batılılaşmada” görmüşlerdi..”

Bu yol, bürokratların kendi can ve mal güvenliği için miydi, yoksa yoksulluktan, cehaletten kıvranan Anadolu halkı için “yatıştırma” önerisi miydi, çok tartışılır elbette..

Kahveler bitmek üzereyken Hanım;

“Canım ilk fırsatta “KURTULUŞ YOLU” na gidelim mi, Samsun’dan Havza ve Amasya’ya doğru bir “kurtuluş yolu” tabelası görmüştüm, karadeniz yolculuklarımızda, galiba bir de İnebolu’dan Ankara’ya doğru “İSTİKLAL YOLU” var..”

Öneri çok çarpıcı geldi bana.

Her zaman hayattan, pratikten, canlı yaşamdan yana olan eşim yine gerçekçiliğini göstermiş ve beni teorinin bozkır kuruluğundan hayatın yemyeşil altın ağacına çekmişti..

Evet Dostlar, varsa bu “kurtuluş yolları”nda adım atanlarımız, bir daha ne zaman birlikte yürüyebiliriz?..

YORUM EKLE