Ya Sariye! El Cebel, El Cebel

Hz. Ömer (r.a.)’in hutbeyi kesip Sâriye isimli komutanına “Ya Sâriye! El-Cebel(dağa), el-cebel(dağa) sırtını yasla” şeklinde verdiği taktik aslında zahiri manası yanında çok daha derin anlamlar içeriyor.

“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık kılmadık mı?” Nebe, 78/6-7

Dağlar döşek olan yeryüzünün direkleri.

Hz. Peygamber (s.a.v.) sürekli olarak yaptığı tefekkürle vahye, nübüvvete uygun bir kıvama gelmesinde uzun geceler tefekkür ettiği Hira mağarası ve Cebel-i Nur’un büyük hissesi vardır.

Bu sebeple Allah Elçisi ümmetine insanın kendi âlemine çekilip düşünmesinin öneminin altını kalın harflerle çizdi:

“Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır” buyurdu.

Her insan, her kitap bir çiçek ve mümin bir bal arısı…

Onları incitmeden onlardan topladığı nektarları işlemesi için en az %51 vaktini sarf edeceği kendi kovanında işlemeli ve Rabbine ve yaratılmışların nazarına kendi özgün balını takdim etme gayretinde olmalıdır.

Tekâsürün, çoğaltmanın, şan, şöhret ve gösterişin zirveye çıktığı bu çağda dağlar her zamankinden daha kıymetlidir.

İbn Sina, Absal ve Salaman’da, İbn Tufeyl, Hayy bin Yakzan’da insanın kendi yalnızlığında bulacağı derinlikten bahsederler.

Yunus Emre bu hakikate, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” sözleriyle işaret eder.

İnsan aşkın varlığı Rabbine iki kademe de yaklaşır:

Kurbiyette kendi emek ve çabasıyla merdiven basamaklarını sabır ve azimle tek tek çıkar. Bu yolda farzlar, nafileler, akıl ve kalp ona yardımcı olur. Burada İslâm’ın akla yüklediği görev; kendinden vazgeçmesi değil, kendini aşmasıdır. Bunun yolu; aklın beyan üzerinde yoğun çalışıp derlediği bürhanların üzerinde yükselip, kendini aşıp, kalbin elinden tutup birlikte irfan okyanusunda yüzmesidir.

Akrebiyette ise aklın ve kalbin el ele yürüdüğü yolun sonunda onlara asansör (burak/miraç) gönderilir ve Allah Teâla kulunu imtihan için koyduğu sınırları kaldırıp yanına çekmeye başlamıştır. Hadis-i kutsi’de ki “Ben onun gören gözü, işiten kulağı, gören gözü olurum” cümlesi bu hakikati tarif eder.

Kurbiyette yapılan “sanki karanlık bir camın arkasından” Tanrı’nın anlık tezahürünü yakalamaya çalışmaktır.

Akrebiyette ise; “Eğer aklın görebilecek gözleri varsa, O’nu şu anda yüz yüze görebilmek varken, neden karanlık bir camın arkasından göreceksin. Camı neden pozitif dogma ve pozitif kanunla; araştırmayı engelleyen bir kanun ve gelenek tarafından akıl ile gerçek arasında kasıtlı olarak yerleştirilmiş olan temsillerin bir dogmasıyla karatacaksın? Bütün bunları at ve hakikati ara!” cümleleri geçerlidir.

Bir adamız olmalı insanlardan uzaklaşıp sığınacağımız ve o ada için en uygun tercih dağlardır.

Dağlar Rabbimizin büyüklüğünü; dünyanın, insanların ve uğruna kavga ettiğimiz şeylerin küçüklüğünü anlatır lisan-ı halle bizlere.

Rabbim her şeyden tecerrüt ile kendine yönelene açıyor sınırları…

Hz. Ömer (r.a.) sadece Sariye’ye değil, kıyamete kadar nefis ve şeytanla yaptığımız cihatta hepimize taktik verdi:

Ey Mümin! Dağlara, dağlara yaslan.

( insaniyet.net’ te yayınlanan yazımdır )

YORUM EKLE