Bilimsel Araştırma Komisyonu Hayırlı Olsun!

COVID-19 konusunda yapılacak  araştırmalar için etik kurul onayından önce Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan  COVID-19 Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonu’na başvuru gerekmesi bazı kişi ve kuruluşlar tarafından tenkit ediliyor.

Bunlardan Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu şunları söylüyor (1):

Bizler bu ülkede eğitim alan, bu ülkede bilim yaparak dünyada ve Avrupa’da uluslararası görevlere seçilen ve ülkemizi temsil etme gururunu yaşayan bilim insanlarıyız. Şimdi bu durumu dünyaya açıklamakta güçlük çekiyorum ve utanıyorum. Bilimsel çalışmaların önü acilen açılmalıdır. Eğer bunu yapamazsak oldukça iyi götürdüğümüz bu salgın süreci bilimsel bir utanç ile son bulur.”

Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonu çok yerinde bir kuruluştur

Bilimsel çalışmaların” etik kurulların müsaadesi dışında tam bir özgürlük ortamında yapılması elbette doğrudur, bunun aksini savunan biri olacağını da sanmıyorum. (Bilimsel araştırma ve çalışmanın ne olduğu ayrı bir tartışmadır).

Gel gelelim, öğretim üyesinin maksadını çok aşan sözlerine katılmam mümkün değil.

Sağlık Bakanlığı’ nın amacının tüm dünyayı saran şu salgın döneminde araştırmacıların güç ve işbirliği yapmasını sağlamak olduğunu varsayıyorum.

Salgın başlayalı beş ay oldu, vak’a sayısının 5 milyonu ölü sayısının 300 bini geçtiği şu günlerde henüz etkisi ve emniyeti ispatlanmış bir ilaç ve aşı yok.

Küçük çaplı, telaşla yapılan araştırmalardan önemli bir sonuç çıkması da zaten beklenemez.

Elbette haklı gerekçelerle tüm dünyada herkes kendine göre çalışma planlıyor, ilaç deniyor, bir an önce bir tedavi bulmak için canla başla çalışıyor ama bu da kaçınılmaz olarak bir netice alınmasını zorlaştırıyor.

Bence bunda bilimsel çalışmalar arasındaki koordinasyon eksikliğinin rolü büyüktür.

Bu sebeple de araştırmaların “Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonu” çatısı altında koordine edilmesi son derecede yerinde bir uygulamadır, bunu bilime müdahale gibi değerlendirmemek gerekir.

Ancak…

Bu komisyon kimlerden oluşuyor, değerlendirme ölçüleri ve yetkileri nedir, nasıl çalışıyor… ve benzeri birçok sorunun cevabının da açık ve net olarak bilinmesi şarttır. Ben bunlara ait hiçbir bilgiye rastlayamadım.

Araştırma diye uydur-kaydır şeyler kabul edilemez

Bu tür bir uygulama bana göre sadece bu salgın dönemi için geçerli olmamalı, hep devam etmelidir.

Çünkü…

Bizde tıp alanında bilimsel araştırma yapmak için gerekli altyapı, sistem ve maddi kaynaklar ne yazık ki hadi yok denemez ama son derecede yetersizdir, kısıtlıdır; bilimsel araştırmaların çoğu şahsi çabalarla yürütülmektedir.

Ülkemizde gereğinden çok fazla tıp fakültesi vardır ve bunlar arasında maalesef gerçek bir işbirliği yoktur, herkes kendi imkânlarına göre çalışmakta ve bu da emek, zaman ve ekonomik kayıplara yol açmaktadır.

Acı gerçek şudur ki…

Bizde yapılan bilimsel yayınların ehemmiyetli bir kısmının bilimsel bir değeri yoktur, bunların öğretim üyelerini kâğıt üzerinde çok çalışıyor, iş üretiyor gibi göstermekten, akademik ilerlemeye belge oluşturmaktan öte bir faydası bulunmamaktadır.

Bilimsel yayın artışında dünyada üçüncüyüz!

Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan‘ ın şu sözleri durumumuzu gayet güzel ortaya koyuyor (2):

Bilimsel yayın artışında üçüncü ülke durumundayız. Geçen yıl 17’nci sıradaydık. Bu yıl sırada yükselme olacak. Layık olduğumuz seviyeye ulaşacağız. Layıkıyla yapamadığımız tek konu ise elimizdeki bilgileri teknolojiye çevirememek. Bizde 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor. Bin 500’üne patent alınıyor.”

Bu bilgilere göre İsrail’ in başarısını yakalamak için 85 olan patent alan makale sayımızın 10.000 olması gerekiyor, görün hâl-i pürmelâlimizi!

YÖK Başkanı, çoğunun tıp alanında olduğunu tahmin ettiğim bu yayınların sadece 300’de bir tanesinin dişe dokunur yayın olduğunu belirtiyor. Miktarlarıyla övündüğümüz bu binlerce yayının çoğunun bilimin işine yaramayan, çöpe giden birtakım karalamalar olduğu ortaya çıkıyor.

On binlerce proje var netice yok

Şimdiki YÖK Başkanı Yekta Saraç’ ın kısa süre önceki bir açıklaması da aynı vahameti gözler önüne seriyor (3):

Her üniversitemiz aynı konularda ayrı ayrı çalışmakta, kamu kaynakları planlı ve hedef odaklı harcanamamakta, ortaya on binlerce bilimsel araştırma projesi çıkmakta fakat ülkemiz için bunların somut çıktıları az olmaktadır. Artık ulusal ölçekte belli bir konuda temayüz eden üniversitelerimizin birlikte iş yapacakları, birden fazla üniversitemizin insan kaynaklarını, laboratuvarlarını, ekipmanlarını birlikte kullanabilecekleri bir modeli Türkiye’ye kazandırıyoruz “.

YÖK Başkanı, vazifesi icabı çok kibar ifadeler kullanmış; somut çıktıları az olmaktadır derken aslında “bunların hiçbir işe yaramadığını; zaman, emek ve para kaybından başka bir şey olmadıklarını” kastetmektedir.

Bu iklimden bilim adamı çıkmaz

Bilim adamlığı, bilimsel araştırma ile akademide öğretim üyeliği (doktor, uzman yetiştirmek), hekimlik (icra-i tababet) birbirine karıştırılmamalıdır (4).

İşin acı tarafı “konunun öznelerinin bunun farkında bile olmamalarıdır“.

Bakın, bizde dünyanın hiç bir ülkesinde olmayan çok iyi “doktorlar”; literatürü saati saatine takip eden, çok iyi ders anlatan, ağzı çok iyi laf yapan “akademisyenler” vardır ama bilim adamı denebileceklerin sayısı üçü beşi geçmez.

Çünkü bizde “araştırma” sistemi ve iklimi yoktur, buradan da bilim adamı çıkmaaaaaaz!

Bilimsel araştırma nedir?

Bilimsel araştırmalarla ilgili görüşlerimi defalarca yazdım, söyledim (5).

Bu salgından örnek vereyim:

Remdesiviri, hidroksiklorokini veya bir başka ilacı hastalar üzerinde denemek, sonuçlarını takip etmek ve yayınlamak tabii ki çok değerlidir ama bunlar bilimsel araştırma değildir, bunlar “klinik çalışmadır“.

Bilimsel araştırma, bu ilaçları keşfetmek veya icat etmektir.

Prof. Dr. Kemal Yeşilçimen’ e kulak verelim

Kimse bilim yapıyoruz diye fiyaka yapıp halkı uyutmasın. Bilim, teknoloji, tasarım, üretim ve para, Da Vinci’nin şifresidir. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş olur. Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı?

Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor? Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz? Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz? Lafa gelince herkes bilim yapıyor.

Bilimde asıl konu kazanılan trilyon dolarların kimin cebine gittiği. Asıl Da Vinci’nin şifresi bu. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş olur, parmağını yalarken bizim de ağzımız sulanır.

Kongrelerde fink atmak, bunları keşfetmiş gibi fiyaka yapmak, pazarlama uzmanı gibi çalışmak bilim değildir. Bilim maskesiyle kaynakların dışarıya transferinde rol alanlar ve bunlara göz yumanlar ülkenin soyulmasına birlikte alet oluyor” (6, 7, 8, 9).

Gelelim neticeye

BİR: Sağlık Bakanlığı COVID-19 Bilimsel Araştırma Değerlendirme Komisyonu‘ nu düşünenleri, kuranları tebrik ediyor, komisyona çalışmalarında başarılar diliyorum. Hayırlı olsun!

İKİ: Bu komisyonun amacının klinik çalışmaları halk sağlığı yararına düzenlemek; emek, zaman ve ekonomik kayıpları önlemek olduğunu; bunları engellemek için değil tam aksine koordine ve teşvik etmek için kurulduğunu varsayıyorum.

ÜÇ: Bu komisyon hemen tüm dünyaya “gururla” duyurulmalı, başka ülkelerin örnek almaları sağlanmalıdır. Bu bir sistem meselesidir.

DÖRT: Bilimsel araştırmaların önü kesiliyor diye sızlananlar önce kendi araştırmalarının kalitesine ve ne işe yaradığına bakmalıdır.

BEŞ: Komisyonun “Bir işi engellemek veya geciktirmek istiyorsan komisyona havale et” sözünü çürüteceğine inancım tamdır.

YORUM EKLE