Allah’a Dost Olmak İçin Fakire Dost Ol!

Peygamberimiz, kendisini, toplumun zayıf ve kimsesizlerinden üstün görme duygusuna kapılanları  uyarır; her kesimin devamlı birbirlerine muhtaç olduklarını ifade ederdi.

Sa’d bin Ebi Vakkas’in kendisini fakirlerden üstün gördüğünü hissedince, onu şöyle ikaz etti:
“Sizin elde ettiğiniz başari ve bereket fakirlerin emeklerinin eseridir. Siz, varlığınızı bu fakir insanlara borçlusunuz.”

Hazret-i Fatıma Peygamberimizin en çok sevdiği kızıydı. Onu “kendisinden bir parça” olarak görüyordu. Fakat Hz. Fatıma zarurî ihtiyaçlarını bile zor karşılıyor, geçim sıkıntısı çekiyordu. Öyle ki, un öğütmekten elleri, su taşımaktan omuzları yaralanmıştı. Bir gün babasının yanına gelerek bir şey söylemek istedi. Fakat utancından derdini açamadı. Hz. Ali de huzurda bulunuyordu. Yardımcı oldu:

“Ya ResulALLAH , bazı savaşlardan kadın esirler alınıyor. Bunlardan birisini bize verseniz de ev işlerinde Fatıma’ya yardim etse dedi. Peygamberimiz onlara su cevabi verdi: “Ya Ali, ben henüz Suffelilerin ihtiyaçlarını karşılamış değilim. Onların ihtiyacını görmeden böyle bir teklifi nasıl düşünebilirim!”

Peygamberimiz hep fakir ve kimsesizlerle birlikte bulunmayı tercih eder, gönüllerini alırdı.  Bir yerde,toplumun farklı kesimlerinin toplanmış olduklarını görünce, önce fakirlerin yanına gider, onlarla birlikte otururdu.

Abdullah bin Amr bin as anlatıyor: “Bir gün mescitte oturuyordum. Bazı fakir kimseler bir köşeye toplanmış sohbet ediyorlardı. Resulullah içeri girdi. Başka bir tarafa yönelmeden doğruca fakirlerin yanına gitti. Ve onlara, fakir muhacirlere zenginlerden önce Cenneti müjdeledi. Hepsinin de yüzü güldü. Ben de onlardan birisi olmadığım için üzüldüm.”

Peygamberimizin güneş gibi engin şefkati, yağmur gibi bol merhameti sayesinde  fakir ve zayıf insanlardan öyleleri çıkmıştır ki, dünyaya ilim ve irfan çiçekleri saçmış, ülkelere adalet ve eşitlik armağan etmiş, cihat meydanlarında kanlarını sebil ederek muhtaç gönüllere hidayet nurunu serpmişlerdi.

Peygamberimizin ahlâk ve yaşayışını onlardan öğreniyoruz. Tefsiri ve Islâm hukukunu onlardan öğreniyoruz. Saadet Asrının yaşanılını onlardan öğreniyoruz. Islâmin nasıl  yaşanması gerektiğini, o yüce dâva uğrunda nasıl fedakârlık yapılacağını onlarda görüyoruz.

Yine Peygamberimiz, toplum içinde, belli bir yeri bulunmayan biçarelere zayıflıklarından dolayı önem verilmemesini asla hoş karşılamaz, onların da halini sorup öğrenmek arzu eder, sonra da ihtiyaçlarını karşılardı.

Peygamberimizin Mescidinin bir bölümünde evi barkı olmayan, fakir Sahabîler kalırdı. Bunlardan bazıları odun ve su satarak geçimlerini sağlarlar, çok zaman da muhtaç durumda bulunurlardı. Bu insanlar Peygamberimizin özel talebesiydiler. Gece-gündüz Islâmi öğrenmek için yaptıkları ilmi çalışmalarla doluydular. Eğitim ve öğretimleriyle bizzat Peygamberimiz ilgilenir, okuma-yazma bilen Sahabîleri de onlara öğretmen olarak tayin ederdi.

Suffe Ashabi olarak tanınan bu Müslümanların eğitimleriyle birlikte geçimleri de Peygamberimizin üzerinde idi. Peygamberimiz, onları gözü gibi korur, ihtiyaçlarını görür, yardımda bulunur, yetişmeleri için her türlü gayreti gösterirdi. Suffelilerin ihtiyaçlarını görmeden kendisi de rahat edemezdi. Hatta onları kendi ailesinden ileri düşündüğü bile olurdu.

Ebû Hüreyre’den (r.a.) Resûlullah’ın (a.s.m.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yetimin işleriyle ilgilenen kimse, ister yetimin yakınlarından olsun, ister yabancılardan olsun, (orta parmakla işaret parmağını göstererek) benimle Cennette şu iki parmak gibi beraber bulunacaktır.”

Fakirlere yardım etmek, onların ihtiyaçlarını gidermek, İslâmiyet’in en çok üzerinde durduğu hususlardan birisidir. Zekât verilecek sınıflardan birisi de fakirlerdir. Fakirlere yardımda bulunurken veya o istediğinde verecek durumda değilken, çok dikkatli ve nazik davranmalı, fakirler gücendirilmemelidir

Câbir (r.a.) der ki: Hz. Peygamber (s.a.v.): “Müslüman yoksulu doyurmak Allah’ın rahmetini gerekli kılan güzel amellerdendir.” buyurdu.

YORUM EKLE