Çocuklara sınır koymak, onları bastırmak değil; yön göstermek anlamına gelir. Disiplin kelimesi çoğu zaman cezayla özdeşleşse de aslında “öğretmek” kökünden gelir.
Sevgiyle kurulan sınırlar, çocuklara güvende olduklarını hissettirir. Adler’in bireysel psikoloji kuramına göre, çocuklar aidiyet ve değer duygusu hissettiklerinde sorumluluk geliştirmeye daha açık hale gelirler.
Ancak birçok ebeveyn, “benim çocuğum iyi olsun” niyetiyle aslında kendi doğrularını çocuğa dayatabiliyor. Bu noktada Montessori yaklaşımı bize önemli bir bakış sunar:
“Çocuğa saygı duymak, onun seçimlerine alan tanımaktır.”
Peki biz gerçekten çocukların fikirlerini önemsiyor muyuz, yoksa sadece itaat etmelerini mi bekliyoruz? Disiplin, karşılıklı anlayışla mümkün olur; tek yönlü kurallar, çocukta ya itaatsizlik ya da içe kapanmaya yol açabilir.
Sağlıklı otorite, korkuyla değil güvenle kurulur. Bağlanma kuramı da bize gösteriyor ki; güvenli bağlanan çocuklar, sınırları daha rahat kabul ederler çünkü onları koyan kişinin niyetinden emindirler. Çocuğun görüşlerini dinlemek, onu yönlendirmeye engel değil; aksine birlikte büyümeye kapı aralayan bir fırsattır.
Çünkü disiplin, bir yön çizmekse; bu yön çocukla birlikte inşa edildiğinde gerçek anlam kazanır.