Güzel Söz=İyi Enformasyon Demek

Söz, iletişim temeli,

Söz, enformasyonun esası,

Söz, Peygamberimizin ifadesiyle sihir,

Söz, algının, algı olgunun, olgu davranışın sebebi,

Söz, Adem’e öğretilen ve onu yaratılmışların zirvesine taşıyan esmanın dile getiriliş biçimi,

Söz; insanın kendini Yaratıcısına ve yaratılmışlara hitaben ifade ediş biçiminin adı,

Söz, bizi birbimizle bağlayan kopmaz bir ip,

Söz, kılıçtan keskin ,ışıktan hızlı ,

Söz, konuşanın ‘öz’ ü,

Söz,tohumdur,

Söz, insan kişiliğinin en güzel libasıdır,

Dolayısıyla söz demek konuşan insan demek.

İnsan ne konuştuysa o dur. Ne eksik ne fazla.

Bu nedenle dinimizin temel referansları Kuran ve Sünnette söz üzerinde ehemmiyetle durulmuştur.

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir:

Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler.

Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar. (İbrahim Suresi, 24-27)

“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara:

“Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.’’ (İsra Suresi, 23)

“İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor.” “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.” (Taha Suresi, 43-44)

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.’’ (İsra Suresi, 53)

İnsan; eti yenilmez, derisi giyilmez tatlı dilden başka nesi var. (Atasözü)

İnsanın Cemâli Sözünün Güzelliğidir. (Hacı Bektaş Veli)

Bedizüzzaman Said Nursi ‘Ulemanın Reçetesi’ ismini verdiği Muhakemat isimli kitabında sözün önemine ve nerede, niçin, kime karşı nasıl kullanılırsa beliğ bir kelam olacağına işaret eder.

‘’Bu sırra binaen, cereyan-ı efkâra mecrâ ve belâgat çiçeklerine çimengâh olmaya çok derece nâkıs ve kısa ve kuru ve kır’av olan nazm-ı lâfız; mecrâ-yı tabiîsi olan nazm-ı mânâya mukabele ederek belâğatı müşevveş etmiştir.

Zira acemîler su-i ihtiyar veya sevk-i ihtiyaçla lâfzın tertip ve tahsinine ve maâni-i lüğaviyenin tahsiline daha ziyade muhtaç olduklarından ve elfaz, mecrâ olmak cihetiyle daha âsân ve daha zahir ve nazar-ı sathîye daha mûnis ve hevam gibi avamın nazarlarını daha cazibedar ve avamperestâne nümayişlere daha müstait bir zemin olduğundan, elfaza daha ziyade sarf-ı himmet etmişlerdir. Yani, ne kadar bir mesafe kat ederse, önlerine çok muşa’şa’ sahralar kendilerini göstermek şanında olan tertib-i maânide olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasına koşup, dolaşıyorlar. Maânînin tasavvurlarından sonra elfazın arkasına gitmekle fikirleri çatallaşmıştır. Gide gide elfaz mânâya galebe etmekle istihdam ederek, “lafız, mânâya hizmet etmek” olan kaziye-i tabiiye aksine çevrildiğinden, tabiat-ı belâgattan böyle lâfızperest mutasallıfların san’atına kadar, yok, belki tasannularına, uzun bir mesafe girmiştir.

Eğer istersen, Harîrî gibi bir dahiye-i edebin Makamat’ına gir, gör. O dahiye-i edep nasıl hubb-u lâfza mağlûp olarak, lâfızperestlik hevesi o kıymettar edebini lekedar ettiği gibi, lâfızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve nümune-i imtisal olmuştur. Onun için, o koca Abdülkahir bu hastalığı tedavi etmek için Delâil-i İ’câz ve Esrarü’l-Belâgat’-ın bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuştur.Evet, lâfızperestlik bir hastalıktır; fakat bilinmez ki hastalıktır.

Lâfızperestlik nasıl bir hastalıktır; öyle de, suretperestlik, üslûpperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik, şimdi filcümle, ileride ifratla, tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edip, edepte edepsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır.

Evet, lâfza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla. Ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat meâlin iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsait olmak şartıyla. Ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla. Ve hayale cevelân ve şâşaa vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten istimdat etmek şartıyla gerektir. ‘’

Sözün arka planını çok iyi anlatan tasviriyle Bediüzzamn Said Nursi ;

“Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı.

Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir.”

Buradaki sütten maksat sindirilmiş besin tasviriyle iyi bir söz dür.

Günümüzde 50-60-70 yıllık birikimlerin bir sözle nasıl heba edildiğini, bu kadar yıllık tecrübelerin bir sözle nasıl sistem dışına atıldığını üzülerek, hüzünlenerek izliyoruz.

Söz üretmek yani konuşmak gazete haberi yapmak gibidir !

Haberi iki şey okutur:

1.Manşet

2.Fotoğraf(Tasvir)

Bir yerde bir konu hakkında konuşurken önce fotoğrafı iyi çekmek lazım ve manşetimizi atıp manşet çerçevesinde çok uzun olmayan en fazla 20 dakikayı geçmeyen bir konuşmayla sözü tamamlamak lazım.

Ted 20 konuşmaları bu konu için güzel bir örnek aslında.

Dostlar !

Lütfen ağzımızdan çıkacak söz e dikkat edelim.

İnsanın ağzından çıkan kelimeler fırından çıkan ekmek gibidir.

Önce ununu, suyunu, tuzunu, yağını, mayasını, zamanını iyi ayarlamak gerek.

İyi pişirmek gerek ekmeği.

Dokunmasın insanlara, oturmasın midelerine.

Hepimiz ömrümüzü şekillendiren, manalandıran, anlamlandıran ağzımızdan çıkan her kelimeyi ölçelim, tartalım, biçelim, öyle konuşalım.

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola agulu aşı

Yağ ile bal ede bir söz.

YORUM EKLE