İçimizdeki Boşluk

İnsanın aklı ve kalbi çalışmaları ile şuurlu bir biçimde doldurmadığı bütün boşluklar şeytanların işgali için izin verilmiş alanlardır.

Ahsen-i takvim’de, alemlerin en şereflisi potansiyelinde yaratılan insan aklı ve kalbi çalışmalarla bu kavramların hakkını verip içini doldurmazsa kendi oluşturduğu boşlukta aşağıların en aşağı çukuruna yuvarlanır.

Erol Güngör’ün çok güzel ifade ettiği bizim de bilfiil tecrübe ettiğimiz gibi, Müslüman’ın imanı ile yaşadığı hayat arasında bir boşluk vardır.

Ve bu boşluk şeytanın kontrolüne terk edildiğinden iman-amel-ihlas-ihsan-ahlak bütünlüğü bir türlü sağlanamamaktadır.

Bu boşluğun oluşunda dış etkenlerin etkisi muhakkaktır:

“Modern Türkiye’de İslam’ın evvelki nüfuz edilemez yapısı artık hayat için birleştirici, bütünleştirici bir fikir olmak hizmetini göremeyecek kadar hırpalanmıştır.

Keza Türk hayatına sokulmuş olan bu karmaşıklık, sağlam inancını kavrama imkanlarını bile daraltabilir. (James Dittes)

Boşluğun oluşumunda yukarıda bahsettiğimiz dış etkenlerin payı olsa da içeride nefsin payı daha büyüktür:

“İnsan başka ilahlara hizmetten kurtulsa bile kendi hasis menfaatlerinin esiri olmakta ve içindeki şeytanı yüce Tanrı mertebesine yükseltmektedir. İnsan hürriyetine konulan sınırlar, onu bütün inisiyatifinden mahrum bırakmamak şartıyla, menfaati için zaruridir. (Ebu’l-A’lâ Mevdudî)

Büyük cihat olarak bildirilen nefisle mücadele de bedava ibadetler olan hasenat, daha ciddi bedeller isteyen salihatle desteklenmezse boşluğun oluşması kaçınılmazdır.

Hasenat salihat ilişkisi bir akünün kutup başları gibidir; ikisine birden temas sağlanmadan enerji ortaya çıkmaz.

Namaz, oruç, hac gibi hasenatlar, helal lokma hassasiyeti, kardeşlik ve komşu hukuku, yalan, gıybet, dedikodu, nemimeden uzak durma, sıla-i rahim, her Müslümanı sevme gibi salihatlerle desteklenmezse boşluk dolmaz.

Bu boşluğu bugün doldurdum, “ben tamamım, ben oldum” düşüncesi şeytanın en sevdiği yaklaşımdır.

Yeni doğan gün ve şartlara, yeni bir iman ve şuurla karşılık verilmezse dünün birikimi bugünü ihya, yarını imar edemez.

Bu eylem siyasi, kültürel, sosyal bir olay olmaktan önce bireysel ve her Müslüman’ın dar dairede kendi iç dünyasında gerçekleştirmesi gereken özel ve özgün bir hareketi ifade eder.

“İslam’ı siyasi ve sosyal dava görenler bile yılların pekiştirdiği bir devekuşu tavrından kurtulmuş değiller. Bildiklerinin üzerine kıvrılıp kapanmak suretiyle etrafa duyarsızlık onlara rahatlık verebilir. Ama bunu yapmakla davalarına hizmet değil ihanet ediyorlar.” (Erol Güngör)

Müslüman, imanını amele, ihlasa, ihsana ve hepsinden değerlisi ahlaka dönüştürmek için her daim üç okumalı, iki dinlemeli, bir yazmalı, bazen konuşmalıdır.

İnsan, ölüm gelip kalemleri bırak emr-i ilahisine muhatap olana kadar boğazına asılıp bizzat kendi okuyacağı amel defterini güzellikler ve sevaplarla doldurmalıdır; aksi takdirde onun bıraktığı boşluklara çirkinlikler ve günahlar iblis ve dostları tarafından itina ile doldurulacaktır.

YORUM EKLE