İKTİDARA GELENDE FiRAVUN KİM, MUSA KİM?

        

         Yıllar önce  ilçesinin birine vakti zamanında bir Kaymakam gelmiş, Camiden evine giden hocayı çay içmek için makamına çağırmış. Hocayla karşılıklı sohbet ederken Kaymakam, hoca efendi demiş: Dünya, sarı öküzün hangi boynuzunda duruyor? Hoca: kaymakam bey demiş: Burası ilçe oldu,  ilçe olalı, birçok kaymakam geldi gitti. Bazısı Firavun olarak geldi, Musa olarak gitti. Bazısı da Musa olarak geldi, Firavun olarak gittiler demiş. Acaba demiş, sen hangisinden olacaksın diyerek sözünü tamamlamış. Kaymakam bey hocayla sözü tatlıya bağlayıp sohbeti bitirmiş. Ama bu hikâye hiç unutulmamış.


         Allah ”Şu iki adamı bize örnek verir. Birisi nereye gitse bir hayır getirmez. Eli boş döner. Sahibine yükten başka bir hayrı dokunmaz. İktidara gelenler bir müddet sonra hayırdan çok ülkenin başına bir yük olmaya başlıyor. Halk ve devlete sorun çıkarmaya başladılar. Rahmetli Menderesin ilk yıllarından sonraki “Vatan cephesi ”davranışları, Demirel’in “verdiysem ben verdim ve yeğeni Yahya’yla” ilişkisi buna örnektir. AKP iktidara geldiği ilk iki döneminde devlet ve millet yararına çok güzel işler yaptı. Fakat son yıllardaki davranışları kim ne derse, desin hem devlete hem de halka yük olmaya başlamıştır. Aile ve akrabasının zenginliği bu dönemden sonraya rast gelir. Aşçısını, şoförün ve yakınlarını milletvekili seçtirmesi bu son döneme rast gelir. Askerlerin haksızlığa uğraması bu döneme rast gelir. Dış işlerinde çevreyle yaptıkları ilişkiler yük olmaya başlaması son dönemlere rast gelir. Şimdi kim bağımsız bir şey söylese, ya hakarete uğruyor ya da hapse tıkılıyor. İlk iki dönemde bunların hiç birisi olmuyordu. Ülke hem içeride hem de dışarıda rahattı.


         İktidar, Hasan Sabah’ın metodunu iyi öğrenmiştir. Her geçen günlerde, devletin dizginlerini ele geçirmek için askerleri, sesi çıkaran aydınları birer birer hapse attırdılar. Halkın en değerli Arsalarını, kendi yandaşlarına peşkeş çektiler. İnşaat işleriyle para yönünden Karunlaştılar. Haksız zenginliğin en kolay yolu müteahhitlikten geçiyordu. Bunu çok güzel becerdiler. Firavun gibi bu Ülke benden sorulur demeye başladılar. Çünkü devlette yasama yürütme ve yargı bütünüyle bir adamın elindeydi. Demeçleri emir telakki ediliyor. Hükümler öyle veriliyor. Atatürk’ün” Yurt Sulh, Dünyada sulh ilkesini” alaya aldılar. Dünyayı fethe çıktılar. Her tarafa kafa tuta tuta ülkeyi ateş çemberine çevirdiler. Hala kafalarındaki devleti kurmak vaz geçmediler.


         Üniversitede, sivil ve askeri bürokraside gecesini gündüze katıp bir yerlere geleler. Hayallerini takip ederek iş kuranlar, büyük bir gazetenin üst seviyesine gelenler. Bir gün bir adam çıkıyor. Ben seçimle geldim, beni destekleyeceksin, beni eleştirmeyeceksin diyor. Sen uzmanı olduğun konularda doğruları söylemeye devam ediyorsun. Bir sabah kalkıyorsun, ya işten atılıyorsun, kapı dışarı ediliyorsun, ya da hapise atılıyorsun. Böyle idareye Firavunluk denmez de, başka ne denir.
Kuran’da Karun, mal ve gücü temsil eder. Güç ve Kuvvetine aldananlara Allah, Karun’u örnek veriyor. Firavun ve Karun önce mal ve güç elde ettiler. Sonra da ilahlıklarını ilan ettiler. Firavun Musa’ya “Mısır’da her şey benim. Saraylarımın altından akıp giden Nil nehri de benim. Benden başka bu ülkede ortak istemiyorum, Benden başka güç de görmek istemiyorum” diyordu. Kuran “Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Sorusunu sorar. Dillere hâkim olmamızı, her geleni söylemekten bizi men eder. İnsan yapmadıklarından da sorumlu tutulacaktır.
         Her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Sözlerini inkâr edip yeni yalanlar söylemekten asla vaz geçmediler. Atalarımız “Büyük lokma yiyin, ama büyük laf söylemeyin” demişlerdi. Bunlar bu öğüdü unuttular. Allah “Biz” lafzını kullanır. Şeytan ve Firavun "ben" sözünü kullanmıştır. Her güzel şeyi bir kişi yaptı. Kötülükleri başkaları. Bu kadar zalim paylaşımı Kurt bile yapmaz. İktidara ”Medine” fakiri olarak geldi. “Karun” gibi “Firavunlaştılar. Hiçbir bedel ödemediler, devlete ve aydınlara bedel ödettiler. Mısır’da Mursi’nin kızı için ağladılar, şehitlere ağlamadılar. İnsanları baskı ile korku altına aldılar.
         Türki’ye Cumhuriyetini değiştirmeye kalktılar. Kurtuluş savaşı kahramanları hain, hainleri kahramanlaştırdılar. Karakollar işgal edenleri, askerleri şehit edenlere mevlit ve hatim indirdiler. Büstler dikildi. Devleti korumak ve bu isyanları bastıranları suçlu ilan etiler. İktidar bu güne kadar ne söyledilerse, inkâr ettiler. Meydan okudukları ülkelerden af dilediler. Kurtuluş savaşı kahramanlarına hakaret etmenin yolunu açtılar. Derin devlet dedikleri mazlum insanları hapislere attılar. Ülkemiz ve devletimiz bu acemiler yüzünden çok şey kaybetti. Devlet, çırakların sanat öğrendiği bir işletme yeri olmadığı anlaşıldı.

YORUM EKLE