Kaçan Öykü..

– İyi değilim Hocam..
– Niye?
Görünüşte her şey iyidir.
Görünen ile gerçek aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı.
Hoca sıkıştırır kahramanımızı..
-Neyin var söylemedin?
-Öykü kaçıyor hocam öykü..
-Öykü mü, o da ne demek, kaçması ne oluyor?..
Kahramanımız anlatır kısaca;
– Bakıyorum günlük ortama, gazetelere, haberlere, yazıklanıyorum tabii, bir demokrat gazete manşet atmış;” Müjde, Türkiye kâğıt üretecek!”
İronik mi ironik..
Hocam; bir zamanlar az mı yazdık, dedik, “kıymayın fabrikalara, doğaya, köklü üretimlere” diye..
Hoca ısrarlıdır;
– Peki kaçan öykü ne burada?
-Yok sayılan, çarpıtılan Tarih, ülkeyi var eden sanayi tecrübesi, her olumsuzluğun nedeni olarak gösterilen “dış güçlere” kar transferi..
Hocam işte böyle, içim çok ıssız bu gün..ama, söz verdim kendime yakalayacağım bu “öyküyü”
-Kaçmaz, kaçmaz, rahatlat kendini, sen değil miydin hep,geniş zamanlı öyküler yazmak isteyen..
-Öyle de, bir değil ki, çokça, onlarca..
Diyorum ki hocam; şöyle yapsam, öyküyü öyküye bağlasam, ağırlaştırsam onları biraz, dörtnala koşamazlar… Toplumsala bireyseli eklesem, insanı ortama katsam. Özü öze bağlasam..
-İyi de olur, sanırım..
Yalnız bir kadındı, işyerinde, evde, sokakta, parkta, ailede, mutfakta..
Ve belki hayatta..
O akşamüstü, mutfakta sanki o kadar da yalnız değildi.
Şarkı söylüyordu salon penceresinden mutfağa sızan akşam güneşinin ince kızıllığında.
“Her şeeeey çoook güzel olacaaaak..”
-Şimdi bağladın mı, birbirine?
-Bilmem hocam, sanırım bağlamak bir yana, yakalayamadım bile…

YORUM EKLE