Türkiye’de Kaynaklar Üretken Alanlara Yönlendirilmelidir

Ülkelerin ekonomik gelişmelerinde en önemli etkenin, “kaynakların verimli kullanımı” olduğu bilinmektedir.
Parasal, doğal, insani, maddi, manevi, fiziksel tüm kaynakların “doğru yerde ve doğru biçimde” değerlendirilmesi, sağlıklı bir kalkınma için zorunludur.
Toplumsal kalkınmanın, makine ve donanım diye adlandırılan sermaye kaynakları ile emek gücü ve üretken emek diye nitelendirilen işgücü kaynaklarının yanı sıra, esas olarak; bunların etkin değerlendirilmesi anlamına gelen, toplam faktör verimliliğine dayandığı kanıtlanmıştır.
Daha kısa söylersek; gerçek kalkınma, ağırlıkla verimlilik faktörüne dayanır.
Bunun, ülke iktisat politikasındaki karşılığı, toplam kaynakların sektörel dağılımına bakmaktır.
Örneğin üretken alanlar olarak bilinen eğitim, imalat, yüksek teknoloji, sağlık, uzay, havacılık gibi dallar milli gelirden ve/veya sabit yatırım harcamalarından ne kadar pay almaktadır?
Üretken olmayan alanlara da inşaat ve konut gibi sektörleri verebiliriz.
Bu yazıda tüm bu sektörler incelenmese de eğitim ve inşaat sektörleri karşılaştırılmaktadır.
Aşağıda eğitim ve inşaat sektörlerinin gerek milli gelir, gerekse yatırımların dağılımı içerisindeki payları gösterilmektedir.

Tablo; kaynak dağılımı

Toplam Milli Gelirden Alınan Yüzde Pay ve Sabit Sermaye Yatırımlarından Alınan Yüzde Pay;

Kaynak: TÜİK, 2017

Büyümenin sürdürülebilir olması için yapılan harcamaların üretkenlik ve teknolojik (ve kurumsal) gelişmeyi sağlayacak bilgi sermayesi ve eğitim harcamalarına dayandırılması esastır.
İlk tespitimiz, Türkiye ekonomisinin dış sermaye girişlerine bağımlı olduğu ve yurt dışından sermaye girişleri sürdüğü sürece büyüyen, aksi durumda küçülen bir konumda görüldüğüdür. Bu bağımlılığın en önemli sonucu, Türkiye’nin dış borçlarının hızla artması olmuştur.

Türkiye’nin dış borçları 2006’da 206 milyar dolardan, on bir yılda 450 milyar dolara çıkmış ve milli gelir üretiminin üstünde bir artış göstermiştir.
Biriktirilen dış borç ise bilgi sermayesi ya da eğitime öncelik yerine, döviz bağımlılığını artırıcı biçimde körüklenen inşaat yatırımlarına yönelmektedir.
Milli gelirimizin yıllar boyunca her iki sektör arasındaki dağılımına baktığımızda, inşaat harcamalarının nasıl da eğitim sektörünün önüne geçtiğini görmekteyiz.
Bunun da ötesinde konuya yeni sabit sermaye yatırımları açısından bakıldığında, inşaat sektörünün payının eğitime ayrılan yatırım payının 2,5 misli bir tempoda sürdürüldüğü görülmektedir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin birikim öncelikleri üretkenlik ve yenilik (inovasyon) sağlayıcı faaliyetlerden ziyade,  sürekliliği bulunmayan inşaat yatırımlarına yöneltilmiştir.
Bu bulgu ve saptamalardan, Türkiye’de bir biçimde “kaynak dağılımı sorunu” olduğunu öne sürebiliriz. Aşağıda verilen iktisat çalışmalarının bulguları da bu tezimizi kısmen de olsa doğrular nitelikte gözükmektedir.
2012-2014 döneminde ekonomide toplam faktör verimliliği (TFV) artışı negatif olmuştur. Bu dönemde ekonomide etkinliği bozucu faktörler de artmıştır. (Nguyen, H, Taşkın, T, Yılmaz, A. Türkiye’de Kaynakların Yanlış Dağılımı, Dünya Bankası Çalışma Belgesi Dizisi. Dünya Bankası Grubu. 2016)
Söz konusu çalışmada öne sürüldüğüne göre, daha az verimli şirketlerin piyasaya girişi, hem negatif TFV artışında hem de daha yavaş GSYH artışında etkili olmuş olabilir (a.g.k. 2016).
Bu şirketlerin bölgesel-sektörel ayrımı, ayrı bir çalışma konusunu oluşturmakta olup, ülkemizdeki kaynak dağılım etkinliğini anlamaya da katkı sağlayabilir.
Kaynak dağılımındaki dengesizliklere ilişkin olarak, Japon Kredi Derecelendirme Kuruluşu JCR’den yapılan araştırma açıklamasında da benzer sonuçlar üzerinde durulmuştur. (Kaynak; JCR Eurasia Rating Başkanı Orhan Gökmen, Ekonomi Servisi, 19.08.2017 Cumhuriyet, s;9)
“…Sermaye birikiminin yetersizliği ve var olan sermayenin de üretken olmayan tek seferlik yüksek tutarlı getiriye dayalı sektör ve yatırımlara yöneltilmesinin, uzun vadeli büyümeyi olumsuz etkilediği…” değerlendirmesi yapılmıştır.
“…Kaynak dağılımındaki dengesizliğin verimlilik artışı ve bölgeler arası ekonomik farklılığın giderilmesine olumsuz etki yaptığı…” belirtilmiştir.
Açıklamada;
“…Sermaye birikiminin ve kaynak dağılımının sektörel yapısının sanayi lehine evrilmemesi halinde, sermaye birikiminde toparlanma sağlanamayacağı…” vurgulanmıştır.
Araştırmada şunlar da belirtilmektedir;
“Türkiye ithal ikamesine dayalı büyüme stratejilerinin uygulandığı dönemin hala gerisindedir.
Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonundaki negatif yönlü yüksek seviyelerin devam etmesi, tasarruf veya sermaye yetersizliği alanındaki beklenti ve hedeflerin gerçekleşmediğinin birincil kanıtıdır.
Devam eden verim düşüklüğü fiyat istikrarını, ulusal refahın ivmelenmesini ve rekabet gücünü olumsuz etkiliyor…”(a.g.k. 2017)
Unicredit Group Kıdemli Başkan Yardımcısı Demichelis (20,02,2018, Interpress), “ …Türkiye’nin 438 milyar dolar borcu var, (130 kamu, 308 özel) eğer borç teknolojiye, sürdürülebilir üretime yatırıldıysa korkmayın…” dedi.
“…Ancak sadece inşaat gibi tek bir noktaya odaklanırsanız sıkıntı olur, Türkiye bir süredir teknolojide geri kalıyor, ekonomiyi içeride inşaat, ihracatta ise tekstille canlı tutmaya çalışıyor. Bu ileride sıkıntı yaratabilir.
Türkiye genç nüfusu donanımlı kılarsa avantajlı olur, bir de tarihsel birikimi ve jeopolitik konumunu iyi değerlendirirse avantajlı olur. Büyüme potansiyelini de çok verimli kullanması gerekir.” (a.g.k.)
1980’li yıllardan sonra küreselleşmenin de etkisiyle verimlilik daha da önemli bir konu olmuştur. Küresel rekabet ancak düşük maliyetle kaliteli ürün üretebilmekle mümkündür. Bu ise, etkin kaynak dağılımını ve kullanımını gerektirmektedir.
Yukarıdaki çalışmalarda belirlenen “kaynak dağılımındaki etkinsizlik” sorunu kendini genel büyüme konusunda da göstermektedir.
Yapılan son bir araştırmada, GSMH büyümesi içinde teknolojinin ya da toplam verimliliğinin payı oldukça düşük çıkmıştır.
2012-2016 döneminde yüzde 5,5’lik büyüme oranı içinde Toplam Faktör Verimliliği’nin katkısı yüzde 0,7 puan olmuştur.  Bu da yüzde 13’lük bir oran demektir (Kaynak; (file:///C:/Users/halit.suicmez/Desktop/Yesil%20Kitap%20WEB-TR.pdf).
Batılı ülkelerde bu oran genelde yüzde 50 ve üzerlerinde çıkmaktadır.
Bunca araştırmanın ve bulgunun ardından bir soru netlik kazanmaktadır.
Türkiye neden, kağıt üstünde hep; “kaynaklar üretken alanlara yöneltilecektir..” diye yazdığı halde uygulamada bu konuda yetersiz kalmaktadır?
Elbette bu sosyolojik ve ekonomik-politik olarak araştırılmalıdır.
Bizim sadece bir varsayım olarak öne sürdüğümüz tez ve yanıt şudur;
Çünkü en üst düzeyde henüz “kalkınmacı devlet” olma felsefesi ve iradesine sahip değiliz. Öyleyse gelecek yazıda da “kalkınmacı devlet” örneklerine bir giriş yapalım.
Sevgiyle ve üretkenlikle kalınız…

YORUM EKLE