Boşanma, sadece iki yetişkinin yollarını ayırması değildir; aynı zamanda ortadaki çocuğun hayatını da derinden etkileyen bir süreçtir. Bu noktada en önemli sorumluluk anne ve babaya düşmektedir. Çünkü çocuk için değişmeyen tek gerçek, anne ve babasının sevgisine olan ihtiyacıdır.
Ne yazık ki çoğu zaman boşanma sürecinde anne-babalar kendi hesaplaşmalarına kapılarak çocuklarını unutuyor. Anne hırsla babayı kötüleyebiliyor, baba öfkeyle annenin değerini çocuğun gözünde düşürmeye çalışabiliyor. Bu tutum, çocuğun psikolojik gelişimine ciddi zarar veriyor.
Psikoloji alanında yapılan çalışmalar, Bowlby’nin Bağlanma Kuramı ile bize şunu hatırlatıyor: Çocuğun sağlıklı bir kimlik geliştirebilmesi için güvenli ve tutarlı bir bağ ortamına ihtiyacı vardır. Çocuğun önünde birbirini kötüleyen ebeveynler, aslında çocuğun bağlanma güvenini zedeliyor. Bu da ileriki yıllarda özgüven problemlerine, ilişki sorunlarına ve kimlik karmaşasına yol açabiliyor.
Bir diğer önemli kavram ise Ebeveyn Yabancılaştırma Sendromu (Parental Alienation). Bu durumda çocuk, bir ebeveynin diğerini sürekli kötülemesiyle tek taraflı bir bakış açısı geliştiriyor. Kendi duygularını bastırıyor, taraf olmaya zorlanıyor ve en önemlisi kendi kimliğini sağlıklı şekilde inşa edemiyor.
Boşanma sürecinde öncelikli mesele, mal, mülk, nafaka veya hırslar değil; çocuğun duygusal konforu olmalıdır. Çocuğa sevgi ve güven sunmak, anne-babanın birbirine duyduğu öfkenin önüne geçmelidir.
Unutulmamalıdır ki; boşanma çiftler arasındaki bağın sona ermesidir, anne-babalığın değil. Çocuğun gözünde anne ve baba, her zaman anne ve babadır. Onları taraf tutmaya zorlamak, geleceğini çalmak anlamına gelir.
Çocuğun ihtiyaçlarını merkeze koyan, birbirini kötülemeyen ve süreci olgunlukla yöneten anne-babalar, aslında boşanmayı değil; çocuğun geleceğini kazanmış olurlar.