ADALET ESKİ BAKANI TÜRK,"1 KASIM 2015'DE HALKIMIZ AKP'YE KIRMIZI KART GÖSTERECEK"

Adalet eski Bakanı Prof.Dr. Hikmet Sami Türk, baba ocağı Bafra’da, Gazetemize medyaya yapılan operasyon ve 1 Kasım 2015'de yapılacak olan genel geçimi değerlendirdi.

ADALET ESKİ BAKANI TÜRK,

      Adalet eski Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk,"Türkiye 7 Haziran 2015 günü yaptığı seçimle, bir tek parti hükümeti istemediğini, bir koalisyon istediğini ortaya koymuştur. Ama iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi bu sonuçtan memnun olmamıştır. Başta Cumhurbaşkanı tarafsız olmasına rağmen memnun olmamıştır. Çünkü Cumhurbaşkanı halktan yasa değişikliği yaparak, başkanlık sistemine geçmek için 400 milletvekili istiyordu. Öne çıkan sonuç, ondan çok uzak, çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi 258, Cumhuriyet Halk Partisi 132, Milliyetçi Hareket Partisi 80, Halkların Demokrasi Partisi 80 milletvekilliği kazanmıştır. Seçmen oylarının yüzde 95.33'ünün bir tek partide toplanması anlamına geliyor. Bu toplanma baraj nedeniyledir. Yüzde 4.67 oranındaki oylar seçime giren, diğer 16 parti ve bağımsız adaylar arasında paylaşılmıştır. Bu oranı bir türlü iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı bir türlü istememiştir. Yasamıza göre, böyle durumda seçimlerin yenilenmesi söz konusudur. 1961 Anayasasının bazı değişikliklerle alınmış olan bir düzenleme, buna göre, eğer hükümet bu güveni alamaz, gensoru oylaması sırasında güvensizlik önergesi verilir. Meclisin iradesi o yönde tecelli ederse,ya da hükümet kendiliğinden güven isteminde bulunup, bu doğrultuda oy verilmezse, istifa eder. Vefa Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlık divanının oluşmasından itibaren 45 gün içerisinde, yeni hükümet kurulamaz ise, o takdirde Cumhurbaşkanı meclis başkanına danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu birinci fıkrada aslında hep,sözünü ettiğim durumlarda, 45 gün içerisinde yeni bir hükümet kurulamadığı takdirde, seçimlerin yenilenmesi söz konusu, bu hüküm şimdiye kadar uygulanmadı. İlk kez uygulanması söz konusu fakat gereğe bakacak olursak, Adalet ve Kalkına Partisi adeta Türkiye'yi bu noktaya taşımıştır. Başbakan Davutoğlu, hükümeti kurmakla görevlendirildiği 9 Temmuz'dan itibaren, 40 gün içerisinde, siyasi parti liderlerle görüşme yaptı. Bu arada AKP ile CHP arasında, istikşafi, yani keşif niteliğinde, niyet okuma niteliğinde, bir takım görüşmeler oldu. Ama bu 40 günün sonunda, bir açıklama yapıldı. Bir anlaşmaya varılamadı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise, kendilerine koalisyon hükümeti teklif edilmediğini, seçim hükümeti teklif edildiğini veya kuracakları seçim hükümeti için destek istediklerini söyledi. Demek ki; iktidar bu tabloda, bir koalisyon hükümeti kurmayı değil, baştan itibaren seçime gitmeyi düşünmektedir. AKP sanki Türkiye böyle bir durumda ilk defa karşılaşıyormuş gibi bir, hava yaratmak istemiştir. Oysa Türkiye'de nispi temsil uygulamasına geçileli beri, yani 1961'den bu yana, bu yedinci kez, ortaya çıkan bir durumdur. 1961'de, 1973'de, 1977'de, 1991'de, 1995'de ve 1999'da, yani toplam 6 kez, daha önceden mecliste hiçbir partinin çoğunluğa sahip olmadığı bir tablo ortaya çıkmıştır. Şimdi bu 40 günü AKP boşa harcamıştır. Kalan 5 gün içerisinde, parlamenter geleneklere göre Cumhurbaşkanının, en büyük guruba sahip olan ikinci partiyi görevlendirmesi gerekiyordu. Ama Cumhurbaşkanı Beş tepeyi tanımayana ben görev vermem mantığı içerisinde hareket etmiştir. Aslında Beş Tepe, Cumhurbaşkanın Çankaya'yı bırakıp, şimdi oturduğu yerdir. Cumhurbaşkanlığına itiraz yok ama onun yaptıklarına itiraz var. Cumhurbaşkanı neredeyse son zamanlarda, ben bu anayasaya sığmıyorum, anayasayı bana uygun hale getirin havasını yaratmak istemektedir. 45 günlüğün son 5 günüde boş geçirildi. Oysa Kılıçdaroğlu görevlendirilmiş olsaydı, muhalefet partiler arasında, bir anlaşma olabilirdi. Cumhurbaşkanı 24 Ağustosta, seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Bu bir anlamda, yetilerin kötüye kullanılması, çünkü Anayasanın verdiği yetki bir görevdir. Ben ana muhalefet partisine ben görev vermem ne demek? Parlamenter geleneklere göre, sistemin işlemesi için bu görevin verilmesi gerekirdi. Davutoğlu hükümeti geri çekildi, tekrar onun yerine Davutoğlu hükümeti görevlendirildi. Anayasa bu geçiçi hükümet için geçiş dönemi hükümeti için nasıl oluşacağı konusunda, bir düzenleme yapmıştır. Buna göre, siyasi parti guruplarından, yani mecliste bulunan partilerden sayıları ile orantılı olarak bakan alınır. Davutoğlu bunu kendisine göre uyguladı. Bu  düzenleme Türkiye'de ilk kez uygulanıyor. Koalisyon hükümetleri kuruluşunda, başbakan koalisyon ortaklarından istediği kişiyi bakan yapmaz, onların kimi bakan yapacaklarını birlikte belirlerler, CHP baştan bu hükümete bakan vermeyeceğini açıkladı. MHP'den Tuğrul Türkeş partisinin görüşünden farklı olarak, teklif edilen bakanlığı kabul etti. Bu geçici hükümette Tuğrul Türkeş, Başbakan yardımcısı olarak görev yapıyor. HDP bu bakanlılık konusunu kabul etti. HDP'den bir kişi kendisine verilen tekliften geri çekildi. HDP şuan 2 bakanlıktan yararlanıyor. Bu hükümet Türkiye'yi seçime götüren hükümettir. Seçimden sonra 2015 seçimleri değişmediği takdirde veya çok az farkla benzeri bir tablo ortaya çıktığı takdirde, gene hükümetin kurulması uzayıp gidecektir. Anayasaya göre, bu hükümete güven oylaması söz konusu değildir. Bu hükümet yeni hükümet kuruluncaya kadar görev yapar. Bu seçim onların gözünde bir tekrar seçimdir. AKP insanları tekrar seçime götürme konusunda her şeyi yapmıştır. Bu millet 7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP'ye sarı kart göstermiştir ama 1 Kasım 2015'de, halkımız AKP'ye kırmızı kart gösterecektir" dedi.   

                            BASIN'A YAPILAN OPERASYON    

     Adalet eski Bakanı ve DSP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, bugün gerçekleşen medya baskınlarının ancak dikta rejimlerde görülebilecek bir uygulama olduğuna dikkat çekti.

 -  "BASIN ÜZERİNDE CİDDİ BİR BASKI VAR"

    "Anlaşıldığı kadarı ile muhalif yayınlar yapan bazı gazetelere ve televizyonlara arama gerekçesi ile bir baskın yapılmış bulunuyor. Aslında arama hangi durumlarda yapılabilir, bu anayasada gösterilmiştir. Milli güvenliği gerektirdiği durumlarda, suç işlenmesini önlemek için gerektiği durumlarda hakim kararı ile arama yapılabilir." diyen Türk, "Maalesef bu sabah, bazı gazetelerde, yayın kuruluşlarında arama yapıldı. Basın üzerinde ciddi bir baskı var. Bugün Sözcü Gazetesi köşe yazarları sütunlarını boş bırakarak yayınlandı. Türkiye’de basın üzerinde çok ciddi bir baskı var. Ama bir basın kuruluşunun böyle bir duruma girmiş olacağı düşünülemez. Gerçek gerekçe bu kuruluşların muhalif yayınları ile tanınmış olmaları. İktidar, muhalefete tahammül edememektedir. Basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Basına karşı yapılan bu uygulamalar ancak bir dikta rejiminde görülebilecek olan uygulamalardır. Türkiye bu gidişle demokratik rejimden hızla uzaklaşmaktadır" dedi.
 -  "BASKILARLA BASIN SUSTURULMAK İSTENİYOR"
    "Önümüzde yenilenecek olan bir Milletvekili genel seçimi var. Bu süreçte de yayın organlarının halkın kanaatlerini temsil etmek ya da halkı bilgilendirmek için her türlü yayını özgürce yapabilmeleri gerekir. Çünkü seçmenin sandık başına giderken gerek yurtta, gerek dünyada olup bitenlerden haberdar olması ve kararını onlara göre vermesi gerekir. Şimdi bu kuruluşlara yapılan baskıyla muhalefet susturulmak istenilmektedir" değerlendirmesini yapan Türk şöyle konuştu:

        "Bu basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması anlamına gelir. İçinde yer almak istediğimiz AB’nin normları ile bağdaşmayan bir uygulamadır. Bizim anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti  insan haklarına saygılı, Atatürk  milliyetçiliğine demokratik sosyal hukuk devletidir. Bu uygulama insan haklarının ihlalidir. Demokratik rejimle bağdaşmayan bir uygulamadır. Hukukla tamamen çelişen bir uygulamadır. O nedenle bu uygulamaları kınıyorum. Ve iktidarın bu uygulamalardan kaçınmasını tavsiye ediyorum. Aksi takdirde Türkiye’de serbest seçim tartışma konusu olacaktır. Çünkü seçim sadece sandık başında oy atmak değil, sandık başına giderken halkın kanaatlerini özgürce, serbestçe oluşturabilmesidir. Bunu sağlayacak en önemli organlar basın yayın kuruluşlarıdır. Onlar üzerinde uygulanan baskı tamamı ile farklı seslerin, muhalif seslerin susturulması anlamına gelir. O bakımdan çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Dilerim ki bu devam etmez. Bu hiç kimseye yarar sağlamaz. Bunu yapanlara da, iktidara da hiçbir yarar getirmez. Hem onlara hem Türkiye’ye büyük zararlar getirir.’’

           NAMIK AZGIN 


                             

Güncelleme Tarihi: 01 Eylül 2015, 18:58
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER